30 Ağustos 2007 Perşembe

ZİHNİN DOĞASI

Zihinsel güçlerimiz: İnsan, doğanın kendisine bahşettiği zihinsel güçlere sahiptir. Bu güçleri doğru kullandığında ona “akıllı”, aklını hızlı kullandığında ona “zeki” denir. Aklın bir diğer tanımı olaylar arasında bağ kurabilme yeteneğidir. Zekânın doğrudan bir tanımı yoktur, ancak göstergeleri vardır; aklını kullanabilme becerisi veya aklını kullanabildiği kadar zekâsı olduğu kabul edilir. İnsanın zihinsel güçlerini konuşma-dil, matematik, resim, müzik ve bedensel hareket olarak beş temel yeteneğe ayırabiliriz. Bunlar doğuştan getirilir. Her bir yetenek diğeriyle birlikte vardır ve diğerleriyle iç içedir. Zekâ bunların hepsine birden kumanda eder; zekâ tektir, diğerleri yetenektir. Doğada hiçbir canlının mutlak özgürlüğü yoktur. Tüm varlıkların birbirine olan bağımlılıkları ve iç içe oluşları insan doğasında da karşımıza çıkar. İnsan, doğanın devamı ve kopyasıdır. Bu nedenle insanın ve zihnin doğasını tanımlarken doğadan örneklendirmek doğru bir yaklaşım olacaktır. Zihinsel güçlerimizin birbiriyle olan ilişkisini açıklarken doğa kuralları bize yardımcı olur. Ağaç ile orman ilişkisi çok belirgin örnektir. Ağaç tek başına vardır, ancak orman varsa ağaç vardır. Tek başına bir ağaç kendini yaşatmaya yetmez, hayatın zorluklarına direnemez, havayı nemlendirip bulutları getirmeye gücü yetmez, tür oluşturmaz vb. İnsan da tek başına vardır ama toplum içinde vardır. Söz konusu çocuk ve onun eğitimi ise onun sosyal varlık olduğu çok daha önem kazanır; onun tek başına hayatı göğüslemesi çok daha uzun ve zahmetli bir süreci gerektirmektedir. Bahçemde iş yaparken doğa kurallarını rayına oturtmak için bunları yaptığımı düşünürüm. Çiçekleri basmasın diye otları ayıklarım, birbirinin güneşini kesen dalları budarım, düzenli sularım, toprağı eşeler havalandırırım vb. Bu eylemlerin güzel sanatlarla benzerliğini düşünürüm. Çiçeklerim daha canlı açarken ben de güzel duygularla beslenirim, yeniden can bulurum, hayata daha güçlü olarak devam ederim, yaşam enerjisiyle dolarım; onlara verdiğim can dönüp bana ulaşır. Onları koklarken, tazeliğini içime çekerken, onlara dokunurken ruhumun yüceldiğini hissederim; güzel sanatların işlevi de zaten bu değil midir? Bunları yaparken bedenimi kullanırım, bedensel hareket gücüm artar, zindeleşirim. Bahçemizdeki çiçeklerin serpilip büyümesi için nasıl ki belli bir çaba harcamak isterse, insanın zihinsel güçlerini geliştirmek için de onları beslemek, emek vermek ister. Bu eğitimdir. Çiçeği kendi başına bırakmak onu ayrık otlarının basmasına, susuz ve güneşsiz kalmalarına fırsat vermek demektir. Çocuk için de böyledir. Öyleyse zihnin doğasını bilmek eğitimcilerin işlerini doğru yapmaları için ön koşul olmak durumundadır. Günümüzde çocuklar her gün daha fazla şiddet içeren film izlemekte ve şiddet içeren bilgisayar oyunları oynamaktadır. Şiddet oyunları oynamanın insan beynini şiddete koşullandırdığı, beyinde bu devreleri güçlendirdiği, benzer bir durum karşısında saldırgan tepki verme yönünde eğittiği artık bilinmektedir. Çocuğun beynine şiddet tohumu ekilmesi ve bu tohumların her gün beslenmesi insanoğlunun doğasıyla oynamaktır. Benzer şekilde her gün pop müzik / kirli müzik bombardımanı altında olan çocuklarımızın beynini ayrık otları kaplamaktadır. Şiddet ve kirlilik tohumlarının yerleştiği bir beyinde zihinsel güçlerin ve yeteneklerin zayıflaması kaçınılmazdır. Sosyal yaşamları bozulan bakterilerin yaşamadığı gibi, uygun koşullar yaratılmazsa bir canlının bir başka ortamda yaşayamayacağı gibi zihnin doğası bozulduğunda zihinsel güçlerin yok olma riski hep vardır. Eğitimin insan doğasına uygunluğu: Bilinen tanımların dışında bir yaklaşımla “Eğitim doğuştan getirdiğimiz zihinsel güçlerin desteklenmesi eylemidir “ diyebiliriz. Hedefi, çocuğun kendini güçlendirmesi ve hayatın zorluklarını akıllıca aşması için onu hayata hazırlamaktır. Yani eğitimin merkezinde hayatın değiştirilmesi vardır, yani çocuğun yaratıcılığını kullanabilmesi, aklını kullanabilmesi vardır. Yani çocuk doğuştan getirdiği tüm yetenekleri güçlendirmeli, onları tanımalı, onları koordineli bir şekilde kullanabilmeli ve onlara kumanda edebilmelidir. Bu noktada yeteneklerine kumanda edebilme gücüne zekâ demekte bir sakınca yoktur. Değişik alanlar arasında bağ kurabilme gücü arttıkça çocuğun zekâsı da artacaktır. Bu bağlamda eğitim, çocuğun temel alanlarda bilgi ve beceriyle donatılması etkinliğidir de denilebilir. Toprağın canlandırılması ile doğanın yeşermesi arasında olan ilişki gibi, çocuğun zihninin canlandırılması ile zihinsel faaliyet göstermesi arasında ilişki vardır. Toprağın canlanması için uyaranlara ihtiyacı vardır, zihnin canlanması için de uyaranlara ihtiyacı vardır. Bu uyaranları hazırlama ve bunları zihnin yeşermesine varan yola güzelce yerleştirme işi bir sanattır ve o sanatın adı öğretmenliktir. Eğitimin bilinen bir tanımında şöyle der; “Hayat problem çözme sürecidir, eğitim bu problemleri çözmek için vardır”. Bu tanımda “hayat” ve “problem çözme”, doğru bir sunumla, birlikte yer almaktadır. 36 yıllık müzik öğretmenliğim boyunca öğrencilerime şunu vermeye çalıştım; “Hayat problem çözme sürecidir ve güzel sanatlar bu problemlerin arasında soluk aldığımız, yeniden güç kazandığımız anlardır.” Kimi veliler bilmeden bir doğruyu söyler; “ Çocuğumuz müzik / resim / beden eğitimi dersinde bir nefes alıyor. Sınıf öğretmeni bu dersi neden yapmıyor?” Veliler, sınıf öğretmenine bir sitem olarak bu eleştiriyi yapmakta haklıdırlar. Bu derslerin insanın ve zihnin doğasıyla ilişkisini bilmeden öğretmen olunuyorsa burada öğretmen yetiştirmede de bir eksiklik var demektir. Eğitim sistemindeki bir yanlışın göstergesi olarak, hayatta başarılı olmakla okulda başarılı olmak çoğu zaman farklı şeyler olarak karşımıza çıkabilmektedir. Aklını kullanma, zihinsel güçlerini geliştirmeyle doğru orantılı bir şekilde problemlerin üstesinden gelme başarısıdır. Eğer okulda verilen eğitim, başarıyı Amerikan eğitim sisteminin dünyaya pazarladığı ezberci test sistemi ile ölçüyorsa, daha baştan yanlış yola girilmiş demektir. Temel derslerin bir kısmı test çözmeye ayrılıyorsa, öğretmen çocuğun testteki puanlarını kendi başarısı olarak görüyorsa, bu öğretmenin kendisi sınıfta kalmış demektir. İnsan, bedenini kullanmadan aklını kullanabilme özelliğinde değildir, ikisi birbiriyle sürekli bağlantı halindedir; akıldan geçeni beden yapar, bedenin yaptığını akıl belleğe kaydeder, bu bilgiyi ileride yeniden kullanmaya hazır tutar. Olaylar arasında bağ kurabilme, yani aklın kullanılması, belleğe kaydedilmiş bu bilgilerin sentezlenerek yeniden eyleme dönüştürülmesi işlemidir. Zihnin bütünselliğini gözeterek bunu temel alan eğitim sistemlerinin yerine parçalı zihin teorisini temel alan eğitim modelinin belli bir merkezden dünyaya adeta dayatılmakta olduğu 2000’li yıllar, eğitim tarihinde ilkel topluma dönüş yılları olarak ve insanın doğasını bozan yıllar olarak anılacaktır. Bu tehlikeli süreci 30 yıldan beri yaşamakta olduğumuz içindir zihnin doğasını ve eğitim kurallarını yeniden dillendirmek gereği duyulmaktadır. Dengeli Beslenme - Dengeli Eğitim Gelişim çağında temel besinlerden bir kısmını hiç almamış olan bir çocuk fiziksel olarak bunun acı sonuçlarıyla karşılaşır. Benzer şekilde, temel eğitimde bazı dersleri hiç almamış olan çocuk da bunun acı sonuçlarını görür. Dengeli beslenme, temel besinlerin tüm çeşitlerinden belli miktarda ve belli sıklıkta (ritmik) alınmasıyla doğru orantılıdır. Benzer şekilde temel derslerin de belli miktarda ve belli sıklıkta alınması gerekir. Buna “dengeli eğitim” diyebiliriz. Dengeli eğitim, çocuğun zihinsel güçlerini eşit ve dengeli bir şekilde geliştirmeyi hedefler. Temel dersler, çocuğun zihinsel, fiziksel ve ruhsal gelişimine cevap veren matematik, dil (konuşma-okuma-yazma), resim, müzik ve beden eğitimi dersleridir. Bu dersler çocuğun olmazsa olmazlarıdır. Bu derslerin doğayla bağını kurmaya çalışalım: Evrende yaşamın devamı onun ritmik hareketine bağlıdır. Etrafımızda belli bir ana ritme bağlı alt ritimler yumağı vardır, biz insanlar bu ritimler yumağının bir noktasında ortaya çıkmışızdır. Bir ritmin durduğu yerde ona bağlı tüm alt ritimlerin yaşamı biter. Bütün bilimler evrendeki yaşamın ritmik kurallarını araştırmak için vardır ve bilimsel çabalarla bu ritmik dengenin devamı için öneriler geliştirilir. Bu ritmi durdurmaya yönelik, yani doğanın dengesini bozmaya yönelik yapılan işler insanlığa aykırı işler olarak kabul edilir, reddedilir ve yasal önlemler alınır. Çünkü doğanın dengesi bozulduğunda neler olacağı bilinmektedir. Çünkü doğa, ritmini yok edeni yok eder. Bu kural doğanın değişmez kuralıdır. Bilimsel araştırmalarda ulaşılan sonuçlar bir doğa kuralı olarak bir yere not düşülür, bu notlar artık kullanılmaya hazır bilgilerdir. Bu notlardan biri de şudur; “İnsan beyni ritmik olmayan şeyleri algılayamama özelliğindedir.” Düz cümleye çevirirsek, insan beyni ritmik olan şeyleri algılayabilme özelliğindedir. Somut bir örnek; çarpım tablosu bir ritim tablosudur. Dünyamızdan örnek verelim; dünyanın kendi etrafında dönüş hareketini gözleyerek “bir gün 24 saattir” diye bir saptama yapılmış ise, bu her gün dünya 24 saatlik bir ritimle dönüyor demektir. Bu saptamadan sonra insanoğlu ertesi güne ve sonraki günlere ait varsayımlar, hesaplar, matematikler yapabilmektedir. Eğer bir gün 25 saat, öbür gün 30 saat olsaydı burada yaşam olmazdı. Bir kerecik olsun bu ritim bozulursa dünyada yaşam biter ve buna bağlı tüm diğer alt ritimler ve yaşamlar da biter. Demek ki hareket yaşamın temelidir ve hareketin ritmik olması da onun devamı için zorunludur. Zihnin doğasında ritmik olan şeyleri algılayabilme özelliği varsa bunun güçlendirilmesi, beslenmesi gerekir. İşte bu noktada ritim eğitimini doğrudan veren müzik ve beden eğitimi dersleri temel ders olmak durumundadır. Bu nedenledir ki ilköğretimin genel amaçları içerisinde “Ritim duygusunu geliştirme” maddesi yer alır. Evrende hareketin ritmik olması bir başka şeyi daha beraberinde getirir; DENGE. Hareket-Ritim-Denge: Evrendeki hareket-ritim-denge üçlemesi tüm alanların ortak paydasıdır. Bu üçlemenin olağanüstü uyumu, insana, insanın beğenilerine kadar her şeye şekil verir. Güzel dediğimiz şey gerçekte içindeki bu üçlemenin varlığı kadar güzeldir. İnsanoğlu bu üçlemeyi sezme yeteneğine sahiptir. Sanat eğitimi dersleri bu sezgiyi güçlendirmeye yönelik derslerdir. İnsan bedeni ve yaşamı için dengenin ne anlama geldiği matematiksel olarak da karşılığını bulmaktadır; bir denklem iki tarafın dengelenmesiyle sonuçlanır. Drama eğitimcileri ısınma çalışmalarının içerisine bilerek denge hareketleri koyarlar; çünkü insan, bedenini dengede tutabildiği ölçüde yaşantısını kolaylaştırabilir. Sağlıklı yaşamın temelinde denge vardır; omurların dizilişi, başın boyun üzerinde duruşu, doğru oturuş, kasların doğru çalıştırılması vb ısınma çalışmaları hep denge kazanmak içindir. Denge eğitimi beden eğitimi dersinin alanına doğrudan girmektedir. Dengesini bulamayan bir beden ritmik hareket edemeyecektir, ritmik hareket etmedikçe denge kurulamayacaktır. Bu, evrendeki hareket-ritim-denge üçlemesiyle örtüşen bir durumdur. Halk danslarını hareket-ritim-denge açısından ele aldığımızda mükemmel sonuçları görülür. Yoga gibi bazı bireysel beden çalıştırma teknikleri de denge hareketleri üzerine kurulmuştur. Bunlara spor denilmez, bunlar yarışma için yapılmayan kültür fizik hareketleridir. Bu tür kültür fizik hareketlerinin felsefesinde “denge insanı mutlu eden şeydir” ifadesi geçer. Müzikte denge dil ile doğrudan bağlantılıdır; şarkılar, hecelerin uzunluk-kısalıklarının matematiksel toplamları eşit olan ölçülerle yapılır. Vuruş sayıları denk müzik cümleleri defalarca yinelenir, bu sırada binlerce kez ritmik nabız atışları beyne nakşedilir ki bu da ritmik algılamayı besleyen en güçlü eğitim olmaktadır. Müzik-Dil-Matematik bağlantısı bilinen en güçlü zihinsel bağlantılardır. Dildeki ritim, ezginin ayakları üstünde dengede durmasını sağlarken, aynı sözün anlamını kendi ses telleri aracılığıyla ezgileyerek dışa vurmak ve bu yolla iletişim kurmak zihinsel faaliyetin en üst noktada gerçekleştiği anlardır. Şarkı söylemenin bir diğer özelliği de insana yücelme duygusu tattırmasıdır ki iyileştirici yanı kuşkusuz ağır basar. Yücelme duygusunu insana yaşatmak kadar eğitimin başka ne amacı olabilir ki! Birlikte şarkı söylemekse, insan beynini kirlilikten ve ayrık otlarından temizleyen en büyük arındırıcı etkinliktir. Keza bir müzik aleti çalmak, bedeni dengeli tutmayı, iki eli bağlantılı ve dengeli çalıştırmayı ve tüm duyuları birlikte çalıştırmayı beraberinde getirdiği için bütünsel bir zihinsel faaliyettir. Bir çalgıya kumanda etmek keza otokontrol geliştiren ve iyileştirici yanı olan bir durumdur. İnsanoğlunun kendini insanlaştırma serüveninde müziğin ve diğer sanatların yeri bu kadar açıkken sanat eğitimi derslerini temel ders olarak düşünmemek insanın kendine saygısını yitirmesi anlamına gelir. Temel derslerin doğayla ve zihnin doğasıyla bağlantısı: Evrendeki ritmin; sayılarla ifadesi MATEMATİK, konuşarak ifadesi DİL, seslerle ifadesi MÜZİK, çizim ve renklerle ifadesi RESİM, bedensel hareketle ifadesi BEDEN EĞİTİMİ derslerinin alanını belirler. Bu dersler insanın doğayla uyumundan ortaya çıkmış alanlardır; her biri diğerini besler, birinin geliştirilmesiyle diğeri de gelişir, birinin eksik kalmasıyla diğerleri olumsuz etkilenir. Hepsi de insanın doğuştan getirdiği yeteneklerdir. Matematik ne kadar yetenekse müzik de o kadar yetenektir, dil de o kadar yetenektir, resim de… Matematik dersi alan bir çocuk nasıl ki matematik profesörü olacak demek değilse, müzik dersi alan bir çocuk da müzisyen olacak demek değildir. Dil dersi alan bir çocuk nasıl ki romancı, şair, yazar olacak demek değilse, resim eğitimi alan bir çocuk ressam, beden eğitimi dersi alan bir çocuk da sporcu olacak demek değildir. Bütün bu dersler çocuğun doğal temel gereksinimleridir. Bu derslerin ortasında bunların bileşeni olan bir ders daha vardır ki adı HAYAT BİLGİSİ dersidir. Tüm dersler çocuğu hayata güçlü bir şekilde hazırlamak içindir. Çocuk Hayat Bilgisi dersinde okulda aldığı bilgilerin hayatla bağını kurar, olaylar arasında bağ kurmayı öğrenir, kendini gelecek yaşantısına hazırlar. (Bu noktada, gelecek yaşantıdan kastedilen şeyin yalnızca para kazanmak üzere yapılan iş hayatının olmadığı, tüm yaşam süreçlerini kapsadığı bilinmelidir.) Temel derslerin doğayla ve zihnin doğasıyla bağını kurmaya resim dersiyle devam edelim. Daha beş yaşındayken çocuk eline kalemi aldığında bir şeyin resmini çizmeye çalışır. Demek ki çocuğun doğasında resim yapmak var. Peki çocuk bu resmi yaparken zihinsel olarak hangi işlemleri gerçekleştirmektedir, bunu analiz edelim: 1. Büyük bir nesneyi küçülterek kâğıda aktarmaktadır; mühendisin matematik bilgisiyle ve alet kullanarak çizdiği projeyi o bilmeden zihinsel matematik yaparak küçültmüş, zihinsel orantı kullanmıştır. 2. Ayrıntıyı gözlemiş ve gözlemini kâğıda indirmiştir. 3. Beyin kas koordinasyonu kurmuş, eline kumanda etmiştir ve tamamen kendi gücüyle bir işi başarmıştır. 4. Uzun, kısa, ne kadar uzun, ne kadar kısa, yuvarlak, kare, dik, üçgen, silindir, yatık, eğri, düz, geniş, dar açı, geniş açı, oran, simetri vb tüm geometrik ve mantıksal işlemi zihinsel olarak yapmış ve bunu somut olarak göstermiştir. 5. Çocuğun beynine ekilen resim kültürü sayesinde ileride bu kültürün üzerine ekilecek fen bilgilerini onun beyni orada tutmaya hazır hale gelir. Çünkü bilgi, uygun kültür ortamı olmadan zihinde kök salamamaktadır. Tıpkı tohum-toprak ilişkisi gibi; sert bir zemine ekilen tohum toprağa karışamaz, orada kök salamaz. Toprağın havalandırılmış olması, kültür, tohum için ön koşuldur. Resim dersinin temeli çizimdir; ressamlık eğitimi sırasında buna desen denilmektedir. Çizimin renklerle yapılması resim sanatıdır, renkler ise doğanın bir başka uyumunu içselleştirmektir ki doğadaki uyum insana huzur verir. Doğadaki dengeyi resimle ifade etmek insanın iç dengesini bulmasına zemin hazırlar, hayatı anlamlı ve keyifli hale getirir. Çocuğu hayattan zevk alır hale getirmek onun ileride yaşayacağı problemlerinin üstesinden gelmesine en büyük yardımdır. Çünkü hayatı güzelleştirmek hayatı kolaylaştırmanın, problemlerin üstesinden gelmenin yoludur. Zihnin doğası nasıl bozulur Dünyamızın hızla kirlendiği bir dönemde doğa nasıl ki acımasızca yok ediliyorsa, doğanın dengelerine insan eliyle nasıl ki müdahale ediliyorsa, aynı şekilde zihnin doğasına da insan eliyle acımasızca müdahale edilmektedir. Bir yandan genetiğiyle oynanmış yiyeceklerle insanın beslenme şekli değiştirilirken buna paralel olarak zihnin doğasına aykırı biçimde eğitim sistemleri değiştirilmektedir. Bu konuda metropol ülkelerde bir hayli mesafe kat edilmiştir. Aynı eğitim programı paketler halinde diğer ülkelere gönderilmektedir. Eğitim sistemine müdahale çok sistematik bir şekilde gün gün birer maddesi kamuoyuna açıklanarak uygulanmaktadır. Her bir açıklama bir sonrakini gözden uzak tutmak üzere ustaca hazırlanmış görünmektedir. Kimsenin itiraz edemeyeceği şekilde, iyi bir şeymiş gibi yaldızlı ambalaj içerisinde sunulmaktadır. Tüm insanlığın önüne konulan bu ilkel eğitim programında belli yanlışlardan yola çıkılmaktadır: a- İlk adım zihnin parçalı olduğunu savunmakla başlıyor; “Multiple intelligence / Parçalı zekâ”. Her bir yeteneğin ayrı bir zekâ olduğunu söyler. b- Duyuları parçalar ve her çocuğun farklı öğrenme stili olduğunu söyler. Duyuların bütünselliğini yok eder. Örneğin, gördüğü ile işittiğinin arasında zihinsel bağ kurmayı engeller. c-Dersleri parçalar ve her çocuk tek bir alanda başarılı olabilirmiş gibi daha dokuz yaşındayken ders seçme başlatır. Derslerin birbiriyle bağı ve hayatla bağı kopartılır. Ayrıca bu yolla eğitimde birlik bozulur, belli bir konuda ortak fikrin oluşması engellenir. d- Okul dışındaki kurslarda öğrenmeye yönlendirir, bunu “yerel olanaklardan yararlanma / Konstraktif yaklaşım” adı altında getirir. Okul eğitim kurumu olmaktan çıkartılır, okulun içini boşaltılır. Bu yolla çocuğun hiç bir sosyal grubun üyesi olmasına fırsat vermez, çocuk yalnızlaştırılır. e- Öğretmeni eğitimin plânlayıcısı olmaktan uzaklaştırır. Bilgisayarı öğrenmenin en etkili aracı kabul eder. f- Temel dersler kendi içinde parçalara bölünerek seçmeli ders çeşidi çoğaltılır; temel derslerin bütünselliği yok edilir. g-Getirilen sözde seçmeli dersler paket programlar halinde belli dönemlere ayrılarak bir daha parçalanır; eğitimde süreklilik ve ritmik tekrar kuralı bir daha çiğnenir. Böylece temel dersler hem dikey hem de yatay olarak iki kere bölünür. h- “Az bilgi iyidir” diyerek temel derslerin içi bir daha boşaltılır. Fen bilimlerine temel oluşturan, fen bilimleri kültürünü eken üniteler ayıklanır, atılır. Tarih bilinci oluşturulmaz; birbiriyle bağlantısız olaylar üstelik tarihsel sıralama yapılmadan verilir. i- Başlangıç eğitiminde okuma yazma öğretilirken harften öğrenme yaptırılır; tümden gelim pedagojisi kaldırılır. Konuşarak okula gelen çocuk kekelettirilir, böylece hızlı okuma engellenir, harfleri görmeye çalışmaktan sözcüğün anlamı kaybettirilir. Dildeki akış, matematik, ritim ve duygu yükü (ezgiye karşılıktır) yok edilir. j- Yabancı dil öğrenme ana dilden daha önemli hale getirilir, kendi ana dilinde düşünme ve zihinsel faaliyet yavaşlatılır. k- Her çocuk bir alanda başarılı olabilir diyerek daha dokuz yaşındaki bir çocuğun örneğin seçtiği bir spor dalında üniversiteye kadar gidebilmesi için diğer derslerin hiç birinde başarılı olması istenmez. Böylece çocuğun olaylar arasında bağ kurabilme gücü iyice zayıflatılır. l- “Çocuk bireydir” der. Çocuk çocuk olarak kabul etmez. Kaldı ki birey olmak, bağımsız karar verebilmeyle ve empati kurabilme olgunluğuna erişmeyle ilgili bir durumdur. Bütün bunlardan sonra çocuğun eline verilen diploma boş bir kâğıt parçası olacaktır ve ancak üniversitede yüksek lisans yapma şansı bulabilen az sayıdaki çocuk (elit tabakanın çocukları için okullar zinciri getirilir) bir iş sahibi olabilecektir. Şimdi önümüze bir müfredat programı geliyor ve orada diyor ki: - “Çocuğa soralım neyi öğrenmek istiyor?” Ne yiyeceğini çocuğa soralım mı? - “Bazı dersler yetenek-ilgi-istek dersidir, çocuk bunların içinden seçsin.” Tahıl, sebze, meyve, et ve sütten oluşan temel gıdaların bir grubunu isteğe bağlı yiyecekler diye ayırmak olur mu? - “Seçtiği çalgı dersini 3 ay alsın, sonraki 3 ay görsel sanatlar dersi alsın.” Çocuğa 3 ay peynir, sonraki 3 ay da yumurta verilir mi? Yumurtanın da genetiğiyle oynanmış, içinde ne olduğunu bilmiyoruz. Çünkü görsel sanatların ne olduğunu bilmiyoruz. (Bu ders resim dersinin yerine getirildi; bilgisayarda animasyon yoluyla yapılmış insansız filmler için teknisyen yetiştiren güya sanat dersi. Elektro müzik ne kadar müzik dersi ise, görsel sanatlar da o kadar resim dersidir. ) - “Bilgisayar dersini seçen çocuk sanat ve spor etkinliklerine katılmak zorunda değildir.” Çocuğun önüne çikolata koyup diğer yemekleri yemesen de olur denir mi? - “Çocuk bireydir, kendisiyle ilgili kararları kendisi almalıdır.” Hangi besinlerle beslenmesi gerektiğini çocuk nasıl bilebilir? Bu beslenmeyle sağlam çocuğun beden sağlığını ne kadar koruyabilirsek, bu eğitimle onun zihinsel sağlığını da o kadar koruyabiliriz. Şimdi soruları değiştirelim: Kötü beslenmenin çocuğunuzda açtığı zararları fark ettikten sonra ne kadar sürede bunu düzeltebileceğinizi düşünürsünüz? Bu şekilde bozulmuş bir sağlığın dengesini yeniden bulması sizce kaç yıl sürer? Diyelim ki sağlıklı doğmuş bebeğinizi bir doktora danışarak büyütüyorsunuz ve o size yukarıdaki beslenmeyi öneriyor, ne yapardınız? Aynı tepkiyi zihin sağlığı yerinde doğmuş çocuğunuza yukarıdaki eğitimi vermek isteyen eğitimcilere de gösterir miydiniz? Doğanın bozulan dengesini bulması sizce kaç yüz yılın işidir? Doğası bozulmuş bir zihnin yeniden dengesini bulması sizce kaç yıl sürer? Son soru: ZİHNİN DOĞASI BOZULSUN MU? Çocuklar çiçeklerimizdir, onların eğitimi biz yetişkinlerin işidir. Onlar tek başlarına neyin kendisi için daha iyi olduğuna karar veremezler. Onların doğasını bilecek ve doğasını bozmadan onlara bu desteği vereceğiz. M.Morgül Müzik ve Drama Eğitimcisi Not: Makale, yazarın "Milli Eğitimde Emperyalist Kuşatma" (Otopsi Yayınları) kitabından alınmış bir bölümdür.

Hiç yorum yok: